Tukidides. Heredot ile birlikte modern tarihin kurucu iki babasından biri kabul edilir. Antik Yunan bölgesinin merkezi Atina’da M.Ö. 460 yılında doğduğu sanılıyor. Dönemin en güçlü iki “şehir devleti” Atina ve Sparta arasında yıllarca süren Peloponez Savaşı’nı anlattı. O kitap tarih klasikleri arasında önemli bir yere sahiptir.

“Tukidides Tuzağı” kavramını Amerikalı siyaset bilimci ve Harward profesörü Allison ortaya attı. Birkaç yıl önceydi. Allison’un tezine göre Peloponez savaşı kaçınılmazdı. Çünkü “yükselen güç” Atina, “egemen güç” Sparta üzerinde korku yaratmıştı.

Gene Allison’un tezi ve Belferd Merkezi’nin yaptığı çalışmaya göre, dünyada son 500 yılda 16 kez Tukidides tuzağı oluşmuş. 16 kez “yükselen” güç “hakim” güç üzerinde korku ve panik yaratmış, bunların 12’si savaş ile sonuçlanmış. Birbirine göbekten bağlı iki dev tankerin, yükselen güç Çin ile egemen güç ABD’nin karşı karşıya gelişi Tukidides tuzağı olarak nitelendiriliyor. Kısacası, tarihin önemli bir kırılma anına tanıklık ediyoruz hep birlikte.

Evet, Amerika ile Çin arasında epeydir devam ediyor “ticaret” ve “kur” savaşları. Bu, işin görünen tarafı. Biraz geri çekilip uzaktan da bakmak lazım bu konuya. Yaşanana “teknoloji savaşı” demenin daha yerinde olduğunu düşünüyorum. Amerika’nın 5G teknolojilerinde liderliği almaya çalışan Huawei’yi son dönemde özel olarak hedef alması bunun bir kanıtı. 

Ne oluyor peki? Firmalarımızı, insanlarımızı neden ilgilendiriyor? Gençlerimiz kendilerine hangi konularda yatırım yapmalı? Böyle yazarken Bedri Rahmi’nin aşağıdaki dizeleri geliyor hep aklıma:

“Ne şu ne busun Oğlum Mernus

Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.”

Üç endüstriyel devrimi de kaçırmış bir milletin çocuklarıyız. Ama, coğrafya, eğer istersen, kaderin değildir. Çünkü, eğer istersek, “Türkiye geleceği çok parlak bir ülkedir ve hep öyle kalacaktır” diyen İngilizi yanıltabiliriz. Arayan, çareyi bulur.

Gelin beraber bakalım neler yaşandığına

Batı, “soyut-intangible” ekonomiye odaklanma kararı aldı, “somut-tangible” ekonomi için Doğu’yu kullanacaktı. Batı, “insanın zihin gücüne” dayalı işlere yönelecek, “insanın kas gücüne” ihtiyaç duyulan işleri Doğu’ya yaptıracaktı. Batı sermayeli fabrikalar Doğu’da yükselmeye başladı. Bu iş bölümü herkese yarayacaktı. Batı, Doğu’da üretilen ucuz ürünlerin tadını çıkaracak, Doğu da Batı’nın izin verdiği ölçüde “sızıntı ekonomisi” modeli kapsamında bir miktar zenginleşecekti.

Yumruk beklenmedik yerden geldi. Çin, Batı’nın ticari sırrına “ters mühendislik” kullanarak büyük ölçüde erişti. Dahası, “bizim ucuz coğrafyamızda iş yapacaksanız ticari sırrınızı paylaşacaksınız” şartını koymaya başladı. Ucuza üretip satarak biriktirdiği “kurucu sermayeyi” özellikle yarı iletken teknolojiye yatırdı, teknoloji sektöründe global tedarik zincirinin en kritik yerlerini ele geçirdi. Çin, kamu kurumlarını da hareketlendirdi, kara gün akçesi olarak yıllarca büyüttüğü Varlık Fonu üzerinden yurt dışında satın almalar yaparak robot üretimi ve ilaç sektöründe dev adımlar attı. 2025 ruhu ile Batı’nın taşeronluğundan kurtulup “tek yol, tek kuşak” projesiyle Batı’nın korkulu rüyası haline geldi.

Başta ABD olmak üzere Batı’nın sıkıntısı budur. Çin, zincirlerinden boşanmış bir şekilde dev cüssesiyle Batı’nın üzerine doğru gelmektedir. 

Mübalağa cenk olundu diyebiliriz.

Bunu gören Batı son yıllarda stratejisini dramatik bir şekilde değiştiriyor.

İngiltere’nin atalet içindeki Avrupa Birliği’nden çıkma kararını, Trump’ın “Amerika’yı yeniden büyük yap” sloganını ve Almanya’nın 2030 için stratejik hedefini “Made in Germany” olarak belirlemiş olmasını iyi okumak lazım. Batı, imalatı eve getirmek istiyor. Nasıl olacak ki bu? Çin’den daha ucuza üretmek mümkün mü?

Bu sorunun cevabını Ali Rıza Ersoy versin. Çalışmalarını çok yakından takdir ederek takip ettiğim bir kişi. Endüstri 4.0 trenini de kaçırmamamız için çok uğraşıyor. “Batı, Çin’den daha ucuza üretmenin yolunu buldu” diyor. Bu çok doğru bir tespit. Cevabı da 4.0’da gizli. .

Nasıl olacak peki? Esneklik ve verimlilik Endüstri 4.0’ın en önemli sacayakları 

Bunları hepimizin bilmesi gerekiyor artık. Yıllardır hem stratejik yönetim danışmanlığı hem de teknik danışmanlık yapıyorum. Firmalarımızın o kadar temel alanlarda eksiklikleri var ki ufak dokunuşlar bile büyük farklar yaratıyor. Ama ekosistemde öylesine büyük bir dönüşümün içindeyiz ki artık ufak dokunuşlar yetmeyecek. Üzülerek söylüyorum ki dünün yöntemleriyle bugünü yönetenler yarın olmayacaklar.

Endüstri 4.0 “insanın kas gücünü” üretimin dışına çıkarmaya odaklı bir devrim. Batı’nın, evindeki “pahalı” insanlarla imalat yapma şansı yok. Ali Rıza Ersoy’un tabiriyle “insanı (insanın kas gücü diye okuyun) sistemin dışına çekince iki mucize gerçekleşiyor. Birincisi, sistem geçmişte olmadığı kadar mükemmel çalışıyor çünkü hatayı yapan ve yaptıran insan. İkincisi, sistem geçmişte olmadığı kadar ucuzlaşıyor çünkü pahalı olan insan.”“Önce simüle et, çalışacağından emin ol, sonra fabrikayı kur ve üret”, yük kaldırıp indirmekten başka bir işe yaramayan akılsız otonom robotları bırak, hem kendi aralarında hem de insanlarla iletişim kurabilecek akıllı ve işbirlikçi “kobot”ları kullan, hızlı karar için gerekli olan bilgiye “eş zamanlı” ulaşabilecek entegrasyonu sağla, “veriyi yeteri kadar kurcalarsan sana her şeyi söyler” gerçeğini hatırlayarak müşterilerden topladığın “büyük” veriyi iyi yönet, bulut teknolojilerini kullanarak maliyetleri düşür, artırılmış gerçeklik ile verimliliği yükselt, üç boyutlu yazıcılarla üretim yaparak ürünün piyasaya erişim hızını artır….

Endüstri 4.0’ın özetidir yukarıdaki paragraf. Bu devrime hazır mıyız? Hazır değilsek kamyonun altında kalırız.

İşin üretim tarafı böyle ama gözden kaçan bir gelişme daha var. Yeni ekosistemde, iş modellerinde de dönüşüm yaşanıyor. “Paylaşım ekonomisi-sharing economy” deniyor. Aracıyı ortadan kaldıran platform (pazar diye okuyun) kuruluyor. Kişiden kişiye, peer-to-peer, aracısız ya da aracının etkisinin azaltılmış olduğu sistemleri konuşuyoruz aslında. Biraz daha açalım.

Varlığı olanlar ile varlığa ihtiyacı olanların bir araya geldiği pazarlardan oluşuyor yeni işletme modelleri. “Varlık” diyerek özellikle geniş tutmak istedim tanımı. O varlık, Airbnb şirketinde “ev”, Whipcar şirketinde “araba”, Lendingclub şirketinde “para”, Spinlister şirketinde “bisiklet”, Loosecubes şirketinde “ofis”, Landshare şirketinde “bahçe”.

Almanya’da hiç tanımadığın birinin evinde 4 günlüğüne oda kiralayabiliyorsun artık. Ticaret kolaylaşıyor, aracının rolü azaldığı için ucuzlaşıyor, atıl kapasite (kullanılmayan boş oda) kullanıma girmiş oluyor.

Yeni iş modellerinde aracının ya tamamen sistem dışına çıkarıldığını ya da sistemdeki etkisinin azaltıldığını görüyoruz. Aracı dediğimiz aslında ticarette “karşı taraf riskini” azaltan “güvenilir üçüncü taraf”. Güvenilir üçüncü taraf için noter, banka, seyahat acentesi gibi örnekler verebiliriz.

Güvenilir üçüncü taraf, sistemi hem yavaşlatan hem de pahalı hale getiren bir unsur. Etkisini azalttığınız an çok şey değişir. Ki değişiyor zaten.

Ne hoş bir tesadüf ki aracıyı ortadan kaldıran iş modellerinin giderek güçlendiği bir dönemde aracıyı ortadan kaldıran kayıt defteri (blokzincir) ve aracıyı ortadan kaldıran değer/para transferi sistemleri (kripto paralar) devreye sokuluyor.

Fabrikalardan “insanın kas gücünün”, ekosistemden de “aracının” çıkarılması ne anlama geliyor? Firmalarımız nasıl rekabet edecek böylesine vahşi ekosistemde? İşgücü piyasasında emek arz edenler için “aranan yetkinlikler” tahmin edilenden çok daha hızlı değişecek.

Halk güzellemesi yapamam. Bizler az sevilmeyi hatta nefret edilmeyi göze almak zorundayız. Herkesin eleştirilmeye ihtiyacı var. İstisnaları hariç tutarak söylüyorum, ne şirketlerimiz ne de insanlarımız hazır bu dönüşüme. “Tatlı bir yalan söylersen 10 kişi seni alkışlar, acı bir gerçek söylersen 8 kişi sana saldırır. Ama 2 kişi sorgulamaya başlar. O 2 kişiye selam olsun” demiş bilge. Selam olsun…