Mizaç genel anlamı olarak, çocuğun doğuştan getirdiği ve yetişkinlikte sahip olacağı kişiliğin temelini oluşturan özelliklerdir. Mizaç özeliklerinin zaman içerisinde “kararlı” ve “sürekli” hale gelerek belirginleşmesi ve şekillenmesiyle karakter meydana gelir. Mizaç temelinde gelişen, kişiliğin belirginlik, kararlılık ve süreklilik gösteren niteliklerini oluşturan karakter, değişmez değil, ancak değişime oldukça dirençlidir. Bir insanın mizacı doğduğu andan itibaren bellidir, bebeklikte de bazı bebeklerin “kolay” bazılarının “zor” bebek olarak tanımlanması sahip oldukları mizacın farkından kaynaklanır.

“Mizaç”  olarak adlandırılan bireysel farklılıkların oluşumunda elbetteki genetiğin ve kalıtımın etkisi çok büyüktür. Bir çocuğun mizacı kalıtımla belirlenmiştir; ama kişilik oluşumunda “mizaç” kadar çevrenin de etkisi olduğuna inanıyorum. Bir bebeğin doğuştan getirdiği “mizacı” içinde bulunduğu sosyal çevre, ebeveynlerinin tutum ve davranışları, gösterdiği davranışlar karşısında gördüğü “tepkiler” ile şekilleniyor ve “kişiliği” ortaya çıkıyor. Yani kişilik; zekâ, cinsiyet, genetik yapı, yaş, biyolojik özellikler v.b. içsel / doğuştan gelen faktörlerle aile, eğitim, sosyal çevre, yaşanılan olaylar, kültür, inanç v.b. çevresel faktörlerin tamamının mizaç temelinde etkileşmesiyle oluşuyor. Bu nedenle çocuk yetiştirmek, gerek “ebeveynler” gerekse “eğitimciler” için büyük bir özen ve hassasiyetle icra edilmesi gereken bir sanat gibi düşünülmeli. Bana göre bir çocuğa doğduğu andan itibaren “mizacına” genel tabirle “huyuna suyuna” göre davranmak, beklentilerimizi bu çerçeveye göre ayarlamak çok önemli ve kıymetli çünkü bir çocuğun nasıl bir kişi olacağı “doğuştan getirdiği genetik özellikleri” kadar çevresine ve anne-babasına da bağlı. Zor bir bebek düşünün: yeni insanlara, yeni durumlara, yeni tatlara olumsuz ve sert tepkiler veren gergin bir bebek. Bu bebeğe bakmak, anne-baba açısından daha uyumlu bir bebeğe bakmaya kıyasla elbette ki zorlayıcıdır. Böyle zor bebeklerin anne-babaları doğal olarak, bir başka anne-babaya göre daha yorgun, çaresiz ve öfkeli hissedebilirler. Dolayısıyla, tepkiler bebeğin özelliğine göre şekillendikçe kısır döngüye girildiği görülebilir. Yorgun, çaresiz, öfkeli anne-baba bebeğe daha sert tepkiler vererek, bebeğin davranış  özelliklerini pekiştirmiş olur. Tam tersi şekilde “zorlayan ve zorlanan” bu gibi bebeklere sahip anne babaların “sevecen, ılımlı, sabırlı ve kabullenen” yaklaşımları ise bebeğin gerginliğini azaltabilir, zamanla daha uyumlu, huzurlu bir birey olmasında ona destek olabilir. Bebeklikten itibaren çevrelerindeki yetişkinlerle olan etkileşimleri çocukların nasıl birer “birey” olacaklarını, kendilerini “nasıl tanımlayacaklarını” ciddi ölçüde etkiliyor, belirleyici oluyor. Bu yüzden çocuğumuzu tanımlamayabilmek, farkındalığı yüksek yetişkinlikler olmak, bunun yanı sıra “mizaç ve çocuk gelişimine etkileri” konusunda kendimizi donatmak bence gerek anne-babalar gerekse eğitimciler açısından önemli.

Şimdi sizlere çocukların “mizaçlarının” etki ettiği bazı alanlarla ilgili ufak bilgiler vermek istiyorum. Aşağıda sıralayacağım alanlarda çocuğunuzun tutum, davranış ve tepkileri sahip olduğu mizaç ile alakalı.

Çocuğunuzu iyi tanıyıp “mizacına uygun” yaklaştığınız sürece bu alanlarda yaşayabileceğiniz olası zorluklarla baş etmesini sağlamasında ona destek oluyor olacaksınız. Bunun yanı sıra siz de “farkındalık ve kabul” sahibi olduğunuz için kendinizi ve çocuğunuzu suçlayan ya da eksik-hatalı gören bir çerçevenin dışına çıkabileceksiniz diye umuyorum.

Hareketlilik düzeyi, çocuğun sakin mi yoksa kıpır kıpır mı olduğu, hareketli oyunları mı yoksa sakince oturup çevresini izlemeyi mi tercih ettiği ile ilgilidir.

Ritmiklik ya da düzen, iştah, uyku gibi biyolojik fonksiyonların öngörülebilir olmasını ifade eder. Çocuğun aynı saatlerde acıkması, aynı saatlerde uykusunun gelmesi, aynı miktarda yemek yemesi düzenli bir çocuk olduğunu gösterir. Çocuğun ritmiklik düzeyi fazlaysa, onun hareket ihtiyacını anlamak ve buna fırsat vermek önemlidir.

Sosyalleşme düzeyi, sosyal ortamlara, yeni gördüğü kişlere verdiği yaklaşma ve uzak kalma tepkilerini ifade eder. Bazı çocuklar yeni girdikleri ortamlarda çok daha rahat olup çabuk kaynaşırken, bazı çocuklar utanıp, kimseye yaklaşmak istemeyebilir. Çocuğun sosyalleşme düzeyi düşükse, onu yeni ortamlarda insanlarla hemen kaynaşmaya zorlamamak, çocukların önce çevresine alışmaları gerekir.

Uyum sağlama düzeyi, yeni durumlara ve değişimlere adapte olabilme becerisini ifade eder. Örneğin, bir çocuğun odasının, evinin ya da okulunun değişmesine çabuk uyum sağlayabilmesi gibi. Uyum sağlama düzeyi düşük bir çocuğun değişime alışması için zaman tanımak gerekir. 

Dikkat ya da sebat etme düzeyi, başlanan bir aktiviteyi sürdürebilmeyi, engellere rağmen dikkatini orada tutabilmeyi ifade eder. Bazı çocuklar bir etkinlik sırasında dikkatlerini uzun süre koruyabilirken, diğerlerinin dikkati ve ilgisi kolayca dağılabilir. Sebat etme düzeyi düşük bir çocuğun dikkatinin kolay dağılmasına anlayış göstermek önemlidir.

Bölünebilirlik, yeni bir uyaranın çocuğun devam eden bir davranışını ya da ilgi duyduğu bir şeye olan dikkatini ne kadar böldüğünü gösterir. Örneğin, küçük çocuklar için öğretmenler ya da aileleri istediği bir şey olmayınca ağlayan bir çocuğu bir oyuncak ile oyalamak isterler ya da dikkatini farklı bir yöne çekmeye çalışabilirler, ancak çocuğun bölünebilirlik düzeyi yüksekse bu yöntem işe yarayabilir; bölünebilirlik düzeyi düşükse pek işe yaramayabilir.

Duygudurum, çocuğun dünyayı genel olarak olumlu ya da olumsuz görme eğilimini ifade eder. Bazı çocuklar sıkça gülerler ve dünyaya gülümseyerek bakma eğilimindedirler, bazı çocuklar ise beklenilenden daha uzun süreler boyunca mutsuz bir duruş içindedirler.

Duyu eşiği, çocuğun seslere, tatlara, dokunsal uyaranlara, sıcaklığa karşı hassasiyetini ifade eder. Örneğin bazı çocuklar az bir ses ile bile uyanabilir ya da tepki gösterebilir. Bazı çocuklar ise sıcaktan, sesten ve diğer uyaranlardan kolayca etkinemeyebilir.

Duygusal yoğunluk ise, memnuniyet verici ya da rahatsız edici durumlara verilen tepkiyi ifade eder. Mutluluk veren bir durumda bazı çocuklar sadece gülümserken bazıları kahkahalar atabilir ya da rahatsız edici durumlarda bazıları sadece kaşlarını çatarken, bazıları ağlamaya başlayabilir.

Yukarıda sıraladığım bu alanlarda konu olan çocuklardan biri diğerinden daha “iyi” ya da “akıllı” çocuk değil. Bunu aklımızdan çıkarmamaya gayret edelim. Her çocuk kendi sahip olduklarıyla çok özel, çok değerli. Sadece kimileri daha zorlayıcıyken kimileri daha kolay. Ayrıca her çocuğun kolay ve zor olduğu farklı alanlar olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Çocuklarınızı iyi tanıdığınız ve tanımlayabildiğiniz, zor ve kolay yanlarıyla kabul ettiğiniz ve sevgiyle sarmaladığınız günler diliyorum.